top of page

BORA

​

Her pazartesi olduÄŸu gibi yine iÅŸe geç kalmıştı Bora. Fabrikanın kapısından içeri adım attığı anda ruhunu buruÅŸturan makine sesleri ve radyoda çalan iç karartıcı müziÄŸin bir parçası oluverdi hemen. Son iki yıldır sabahları yataktan küfürler yaÄŸdırarak kalkıyor, bu kahrolası iÅŸten en kısa zamanda kurtulması gerektiÄŸini söylenip duruyordu. Ne var ki halen bu devasa duvarlar arasına sıkışmış iki yüz küsur iÅŸçiden biriydi.

 

Ağır adımlarla yürüyüp makinesinin başına geçti. Yüzündeki öfkeli ve bezgin ifadeyle bir süre etrafı süzdü, ustayı arıyordu gözleri. Yine her zamanki gibi gelip hesap soracak, mazeretini mantıksız bulunca bir iki sinir bozucu laf söyleyip gidecekti. Birkaç istisna dışında bu ustaların hepsi böyleydi, daha önce onlarca tekstil fabrikasında çalışmış, hepsinin huyunu suyunu çözmüÅŸtü. DiÄŸer iÅŸçiler gibi yalaka olamıyordu; zaten usta da patronun yalakasıydı. Sabahtan akÅŸama kadar makine sesi, kumaÅŸ tozu ve müzikle uyuÅŸturulmuÅŸ bu korkak tavukların arasında haksızlığa ve baskıya olaÄŸan tepkiler vermesi, gittiÄŸi her yerde sivrilerek dikkat çekmesini saÄŸlıyordu. O yüzden hiçbir ustayla geçinemez, sürekli iÅŸ deÄŸiÅŸtirip dururdu.

 

Biraz sonra usta, Bora’nın yanında belirdi.

 

”Nihayet patronumuz teÅŸrif etmiÅŸler. Sizin saatleriniz, fabrikanın saatine göre biraz yavaÅŸ çalışıyor olmalı.”

 

“Mantıklı.”

 

“Mantıklı, öyle mi? Size mantıklı olan ÅŸeylerden bahsedeyim biraz. Özellikle pazartesi sabahları sizi makinenizin başında göremiyorum. Sebebini sorduÄŸumda dalga geçer gibi saçma sapan sebepler sunuyorsunuz. Bundan önceki ustalarla da anlaÅŸamamış, çalıştığınız bütün iÅŸ yerlerinden kovulmuÅŸsunuz.”

 

“Ben çalıştığım hiçbir iÅŸ yerinden kovulmadım. Kafama eserse çıkar giderim.”

 

“Her ne haltsa, fark etmez. Sonuç olarak iÅŸ disiplini diye bir ÅŸey var ve siz bunu bir türlü öÄŸrenemiyorsunuz. Maalesef burada iÅŸler sizin kafanızın içindeki esintilerle yürümüyor.”

 

Åžu iÅŸ disiplini denen ÅŸeyden nefret ediyordu. Açıkçası fabrikadaki iÅŸlerin neye göre yürüdüÄŸü ne ustanın, ne de iÅŸçilerin pek umrunda deÄŸildi, bu patronu ilgilendirirdi. DiÄŸerleri sadece patrona para kazandırmaya programlanmıştı. Hepsinin yolunu patron çiziyordu, kalem olarak da ustaları kullanıyordu, hepsi bu. Fabrikada iÅŸlerin neye göre yürüdüÄŸü Bora’yı ilgilendirmiyordu; onun hayatında iÅŸler, kafasının içindeki esintilere göre yürümüÅŸtü bugüne kadar, bundan sonra da öyle olacaktı. Bu esintiler onu çöküÅŸe sürüklese de karamsarlığı hayatının bütününe yaymamıştı hiçbir zaman.

 

Aniden ayaÄŸa kalkıp ustanın suratına sert bir yumruk attı, adam sendelenerek arkasındaki makineden destek aldı. Bora cekedini giyerken gayet sakin bir tavırla, “Çok fazla konuÅŸuyorsun,” dedi, “herkes çok fazla konuÅŸuyor. Çok fazla.” Fabrikanın çıkış kapısına doÄŸru ilerlerken usta az önceki olayı iÅŸçiler arasındaki pozisyonuna yediremediÄŸini belli edecek kadar buyurgan bir ses tonuyla, “Cehennemin dibine kadar yolun var,” dedi. Bir süre ne söyleyeceÄŸini düÅŸündü, elindeki tornavidayı hızla yere fırlattı, “Pis herif, serseri herif!” diye bağırmakla yetindi. Açıkçası Bora onu dinlemeyi uzun zaman önce bırakmıştı. Aynı sakin tavırla karşılık verdi, “En azından benim bir yolum var ve yolumun nereye çıkacağı benim bile umrumda deÄŸil, kaldı ki seni hiç ilgilendirmez.”

 

***

 

Dışarı çıktığı anda, içerideki makine sesleri kulağında bir uÄŸultuya dönüÅŸmüÅŸtü. Gökyüzüne baktı. Ceketinin yakasını kaldırdı. Cüzdanından çıkardığı personel giriÅŸ kartını kırıp fabrikanın bahçesine fırlattı. Tekstilde çalışmaya baÅŸladığından beri sıkılıp bıraktığı on ikinci iÅŸti bu. Artık iÅŸ aramaktan da fena halde sıkılmıştı. Zaten bu bölgede iÅŸ bulması da gitgide zorlaşıyordu. GirdiÄŸi her ortamda uyum problemi yaÅŸayan Bora’nın kötü ünü her geçen gün etrafa yayılıyordu. Buradaki tekstil fabrikalarında istihbarat CV ile deÄŸil, dedikodu ile saÄŸlanırdı. Saatine baktı, on biri geçiyordu. Eski çalıştığı birkaç yerden alacağı vardı ama bu aniden çekip gitme huyu yüzünden ödemeyi sürekli erteleyip duruyorlardı. Parası bitmek üzereydi, bir ÅŸeyler yapmalıydı.

 

Bir sigara yakıp ÅŸehir merkezine doÄŸru yürümeye baÅŸladı. Sanayi bölgesinin başıboÅŸ köpekleri, sabahı henüz uÄŸurlamakta olan ılık güneÅŸ ışığıyla mayışmış bir halde kaldırımda uyukluyorlardı. Bora onları görünce gülümsedi. O sırada aralarından yaÅŸlıca bir tanesi zar zor ayaÄŸa kalkıp boynunu bükerek karşı kaldırıma geçti. Zavallı köpeÄŸin sol arka bacağı kırıktı. Buradaki köpekler, civar fabrikalardaki iÅŸçiler tarafından iÅŸkence gördükleri için insanlardan korkarlardı. “Hay Allah,” dedi yakarırcasına, “korkmana gerek yok, ben o insandan bozma iblislerden deÄŸilim.” Bora’nın yüzündeki o birkaç saniyelik tebessüm, ÅŸimdi yeniden öfkeli bir ifadeye dönüÅŸmüÅŸtü. Bu köpekleri bu hale getiren iÅŸçiler, ustalarının fazla mesai talebi karşısında sessiz kalıyor, maaÅŸları eksik verildiÄŸinde boyunlarını büküyorlardı; tıpkı bu köpekler gibi… O “iÅŸ disiplini” denen zırvalarla sindirilen ezik ruhlarını, bu köpeklere iÅŸkence ederek tatmin etmeye çalışıyorlardı. Hangisine acımalıydı? Hangisi daha zavallıydı? Sigarasından son bir fırt çekip park halindeki son model, pahalı bir otomobilin üstünde söndürdü izmariti. Yeni bir sigara yakmak için cebinden paketini çıkarmıştı ki birkaç metre önünde Toyota marka kırmızı bir otomobil durdu, camı açıldı, içeriden ince bir ses:

 

“Bu kadar yavaÅŸ yürümek zorunda mısın sen!”

 

Bu sesi tanıyordu, Ebru’nun sesiydi bu. Sigara paketini cebine soktu.

 

“Bilirsin, yavaÅŸ yürümeyi severim. Acele etmemi gerektiren bir ÅŸey yok bu hayatta.”

 

“Bilmez miyim… Ne tarafa?”

 

“Merkeze doÄŸru yürüyordum öyle, henüz belli bir rotam yok.”

 

“Her zamanki gibi desene! Atla o zaman.”

 

Ebru, Bora’nın geçen kış çalıştığı iÅŸ yerinin muhasebe sorumlusuydu. Esmer, beyaz tenli, genç ve gösteriÅŸli bir kadındı. Patronun metresi olduÄŸu yönünde dedikodular dolansa da bu doÄŸru deÄŸildi; Ebru, patronuyla hiç yatmamıştı. Böyle kadınlar cinsel cazibesini kullanarak birçok erkeÄŸi baÅŸtan çıkarıp parmağında oynatabilir ama sadece arzuladıkları erkekle yatarlardı. Bora bu kadını daha ilk günden çözmüÅŸ ve daha ilk günden dikkatini çekmeyi de baÅŸarmıştı. Açıkçası böyle güzel bir kadının kendisi gibi çulsuz bir adamda ne bulduÄŸunu sorguluyordu kimi zaman ama nihayetinde bu pek umrunda deÄŸildi. Bora cinselliÄŸe çok önem verirdi ve bu kadında aradığı hazzın fazlası vardı. Paketleme bölümünün deposunda yaÅŸadıkları heyecanlı dakikalar geldi aklına. Gülümsedi. Ebru’nun kendisine aşık olduÄŸunu biliyordu. Bunu bir fırsata dönüÅŸtürebilirdi, biraz moral depolamaya ihtiyacı vardı.

 

“Uzun zaman oldu. Halen o domuzun yanında mı çalışıyorsun?”

 

“Hayır, o manyak herifi yeterince yoldum; ÅŸimdi yeni projeler peÅŸindeyim. Sen neler yapıyorsun?”

 

“Bıktım artık bu çöplükten, tekstil bana göre deÄŸil. Lanet insanlarla muhatap olmayacağım bir iÅŸ bulmalıyım.”

 

“Var mı kafanda bir ÅŸey?”

 

“Hayır, henüz yok… Uzun vadeli planlar bana göre deÄŸil. Zamanla yolumuzu buluruz nasılsa.”

 

“Ah, Bora. Sen hiç deÄŸiÅŸmeyeceksin.”

 

Ebru, ÅŸehir merkezine giden yola sapmadan sahil tarafındaki lüks sitelere doÄŸru sürdü arabayı. Onun bu sitedeki evlerden birinde yalnız yaÅŸadığını duymuÅŸtu, ses etmedi. Zengin ve ÅŸehvet düÅŸkünü patronları rendeleyip ÅŸutluyordu, bu yaÅŸam tarzını adeta bir zevk haline dönüÅŸtürmüÅŸtü. Zeki kadındı Ebru ve doÄŸrusu onun bu zekâsı Bora’yı tahrik ediyordu. Böyle bir kadınla evlenmek, tam anlamıyla bir budalalık olurdu. Kaldı ki böyle bir kadın, asla evlilik düÅŸünmezdi. Böyle bir kadın, ortalama bir erkeÄŸi evlilikten de soÄŸutabilirdi. Ebru’nun herhangi bir erkeÄŸe aşık olması pek olanaklı deÄŸildi; onun için aÅŸk, ön seviÅŸmeyle baÅŸlayıp orgazmla sonlanan o kısa zaman diliminden baÅŸka bir ÅŸey deÄŸildi. Bu zaman diliminden sonra ise söz konusu her erkek, kendisini dilimlere ayrılmış gibi hissederdi. Bora bugün dilimlere ayrılmalıydı, sonsuz dilimlere…


 

***

 

 

Bora, Ebru’nun evinden çıktığı sırada güneÅŸ yavaÅŸ yavaÅŸ kendini alacakaranlığa teslim etmek üzereydi. Site çıkışından itibaren uzanan geniÅŸ cadde boyunca yan yana dizilmiÅŸ eÄŸlence mekanları, biraz sonra geceyi ışık ve gürültüyle kirletmek için dolup taÅŸacaktı. Bora bir yandan ifadesiz gözlerle insanları süzüyor, bir yandan hızlı adımlarla kalabalığı yarıyordu. Bu saate kadar hiçbir ÅŸey atıştırmadığını fark etti. Ceplerini yokladı. Cüzdanındaki bir ellilik ve cebindeki birkaç bozukluktan baÅŸka parası yoktu. Bu açlıkla eve kadar idare edebileceÄŸini düÅŸünerek az ötedeki otobüs durağına doÄŸru ilerlemeye devam etti. Ebru’nun bugün evde söyledikleri geldi aklına, “Ä°stediÄŸini aldıktan sonra birkaç tatlı söz söylesen, biraz duygusal görünsen ölürsün sanki,” demiÅŸti yarı sitemkâr bakışlarla. Bora ise sadece gülümsemiÅŸti. Ebru böyle ÅŸeyleri önemseyen bir kadın deÄŸildi aslında, ilk defa böyle bir tepki vermiÅŸti. Açıkçası biraz ÅŸaşırmıştı Bora. Birbirlerine çok benziyor olmalarına raÄŸmen sevgili olmamışlardı hiç. Hatta sevgili gibi bile olmamışlardı. Ne var ki pek güçlü olmasa da onları birbirine bağımlı kılan bir ÅŸey var gibiydi ve bu ÅŸey sadece cinselliÄŸe dayalı bir ÅŸey deÄŸildi. Aralarındaki benzerliklerin farkındaydılar. Ä°kisi de her ne kadar aÅŸka ve duygusal derinliÄŸe önem vermeyen insanlar gibi gözükseler de aslında kendi içlerinde gizli bir arayış içindeydiler sanki.

 

Bora cebindeki paketten bir sigara çıkarıp yakmaya yeltendiÄŸi sırada otobüsün az ötedeki duraÄŸa doÄŸru yanaÅŸmakta olduÄŸunu gördü. Adımlarını hızlandırarak yolun karşısına geçip otobüse bindi. Arkalarda gözüne kestirdiÄŸi boÅŸ bir koltuÄŸa doÄŸru ilerlerken, önlerde oturan yaÅŸlı bir adamla göz göze geldi. Adamın yüzündeki tebessüme bakılırsa Bora’yı tanıyor olmalıydı. Bora ise bakışlarını yeniden oturmayı planladığı koltuÄŸa yönelterek ilerlemeye devam etti, anımsamak için dahi çaba harcayacak halde deÄŸildi. ‘Kesin lüzumsuz biridir, iÅŸin yoksa oturup yol boyunca kafa ÅŸiÅŸirmesine izin ver,’ diye geçirdi aklından ve arkalardaki o tekli koltuÄŸa oturup camdan ıslak asfaltın otobüsün altında hızla kayıp gidiÅŸini izlemeye koyuldu.

 

***

 

Otobüs her duraktan üçer beÅŸer yolcu alıyor, içerisi gitgide kalabalıklaşıyordu. Okuldan eve dönmekte olan öÄŸrenci grupları, yaÅŸlıları rahatsız etmemek ve yaÅŸlılar tarafından rahatsız edilmemek için her zaman tercih ettikleri gibi arkalara doÄŸru yönelip buradaki tüm koltukları doldurdular. Bora, bu gürültülü kalabalığın arasında pencereye tutunan yaÄŸmur damlalarının birleÅŸerek aÅŸağıya doÄŸru süzülüÅŸünü izliyor, içinde bastırmaya çalıştığı öfkeli adam ona kalkıp tüm yolcuları otobüsten aÅŸağı fırlatmasını söylüyordu. Nefret ediyordu kalabalıktan. Evine dönmekte olan fabrika iÅŸçileri, polis memurları, hastaneden veya akraba ziyaretinden dönen yaÅŸlı kadınlar, otobüsteki bu sıkıcı kalabalığın çoÄŸunluÄŸunu oluÅŸturuyordu.

 

Otobüs gibi basit bir kamusal alanda bile geleneksel hale gelmiÅŸ gizli bir hiyerarÅŸi vardır, neredeyse tüm ÅŸehir otobüslerinde aynıdır bu durum. Her ÅŸeyden önce ön koltuklar yaÅŸlılara aittir ve bu, sanki yaÅŸlıların doÄŸal hakkıymış gibi gençlerin çoÄŸunluÄŸu tarafından benimsenmiÅŸtir. Otobüse binen yaÅŸlı kiÅŸi, önce önlerde oturan genç kiÅŸileri bakışlarıyla taciz ederek vicdani saldırıda bulunur. Bu iÅŸe yaramadığında ikinci yöntem uygulanır ve “terbiyesiz” gençler sözlü olarak rencide edilir. Oysa genç ya da yaÅŸlı; herhangi bir kiÅŸinin ayakta yolculuk yapıyor olması bile belediyenin sorumlu olduÄŸu bir ulaşım sorunudur, ancak toplum bunu nedense gençlerin yetiÅŸtirilme tarzına baÄŸlayıp kendi içinde çözmeye çalışır.

 

Bora’nın yorgunluÄŸu, kafasındaki öfkeli soruları etkisiz hale getiriyordu. Bir süre bu yorgun gözlerle otobüsteki insanları seyrederek oyaladı kendini. Ä°neceÄŸi durak yaklaÅŸmıştı. AyaÄŸa kalkıp iniÅŸ kapısının tepesine monte edilmiÅŸ butona bastı. Bir an önce bu otobüsten kurtulup kendini eve atmak istiyordu. Kapının camından yansıyan haline baktı. Dağınık saçları, uyuÅŸuk yüz ifadesi ve salaÅŸ haliyle ölü bir adamın hayaleti gibiydi. Hemen arkasında kıkırdayan liseli kızların yarı meraklı, yarı alaycı gözlerle ona baktığını görebiliyordu. Ne tuhaftı ki kendisi de o anda kendi haline aynı gözlerle bakıyor ve kendisine acıyordu. Otomatik kapı açıldı. Ä°ner inmez bir sigara yaktıktan sonra yürümeye baÅŸladı. Eve giden dar ve uzun sokakta yavru bir kedinin peÅŸinden koÅŸan çocuklar ile yaÄŸmurla ıslanmış toprak kokusu ona eÅŸlik ediyordu. Üç yıldır bu mahalledeki iki katlı müstakil bir evin üst katında kiracı olarak yaşıyor, ev sahipleri olan yaÅŸlı karı-koca Ä°smail Bey ve Nimet Hanım ise alt katta kalıyordu.

 

Bahçe kapısından içeri girdiÄŸinde Ä°smail Bey ile karşılaÅŸtı.

 

“Ä°yi akÅŸamlar efendim, nasılsınız?”

 

“Ne olsun evladım, aynı ÅŸeyler iÅŸte. Bahçeyle uÄŸraÅŸtım bütün gün. Bakıyorum da bugün erkencisin.”

 

“Evet. Yeni sipariÅŸlerin yüklemesi yarına ertelendi. Dinlenmek için bir fırsat oldu bize de.”

 

“Anladım… Neyse, tutmayayım seni. Önce çık, biraz dinlen. Sonra iÅŸin yoksa gel, tavlada bir ifadeni alayım senin.”

 

“Söz vermeyeyim efendim, ama mutlaka uÄŸrayacağım. Özellikle ÅŸu harika bergamot çayınızdan mahrum kaldım ne zamandır.”

 

“Bekleriz.”

 

Ä°smail Bey akÅŸam yemeÄŸinden kalan kemikleri kedilere vermek için bahçe kapısına doÄŸru yöneldiÄŸi sırada, Bora merdivenlerden yukarı çıkıp evine girmiÅŸti. Evin içindeki nemli havayı dağıtmak için pencereyi açtı. Ceketini çıkarıp portmantoya astıktan sonra mutfaÄŸa gidip buzdolabında yiyecek bir ÅŸeyler aramaya koyuldu. Ton balığı konserveleri, biraz beyaz peynir ve bir kutu süt dışında pek bir ÅŸey yoktu. Bora artık bu sıkıcı ve anlamsız hikayeyi sonlandırmak istiyordu ama hiç beklenmedik bir anda hikayeyi saçma bir sona baÄŸlayarak okuyucunun kendisini kandırılmış gibi hissetmesinden korkuyordu. Bu hikayenin sonu gelmeliydi artık, okuyucuyu daha fazla sıkmanın anlamı yoktu. O sırada mutfak masasının üstünde duran ekmek bıçağını hızla kapıp boÄŸazına sapladı. BoÄŸazından fışkıran kanlar duvarları ve mutfak penceresini kırmızıya boyamıştı. Bora o anda okuyucunun yüzündeki ifadeyi görmek isterdi. Bu ifade hiç ÅŸüphesiz bu hikayenin kendisinden daha anlamlıydı. Göremedi.

​

​

​

​

​

​

​

 

​

​

​

​

EROS

 

Ä°nsanlar hunharca aşık oluyordu. Herkes, ama herkes aşık oluyordu. Karadan, denizden ve havadan donanmalar harekete geçti; gezegen tehdit altındaydı. Herkes duvarlara aÅŸkını yazıyordu. Facebook, Twitter gibi sosyal aÄŸlar aÅŸk mesajlarıyla dolup taÅŸmıştı. BirleÅŸmiÅŸ Milletler olaÄŸanüstü bir heyet toplayıp durumu görüÅŸtü. Bir ÅŸeyler yapmalıydılar, bu çılgınlığa bir son vermeliydiler. Tüm dünyanın imamları, papazları, hahamları ve diÄŸer din alimleri Roma’da toplanıp gizli bir görüÅŸme yaptılar. AÅŸk tanrısı Eros gerçeÄŸi insanlara duyurmalıydı. Dualar edildi, ateÅŸler yakıldı, ayinler yapıldı. Nihayet iÅŸe yaramıştı, Eros yeryüzüne indi. Tüm aşıklar onu izliyordu. Çok kısa konuÅŸtu Eros:

 

“Bugüne kadar siz insanları kandırdık. Bu tanrılar arasında bir iddia ile baÅŸladı ve açıkçası hepsi Hades’in başının altından çıktı. Zamanla insanları örgütledik. Åžairleri, yazarları, bestecileri ve senaristleri ikna ettik; bu yalan sayesinde harikulade eserler yayınlandı. Yalnız bugün görüyorum ki siz insanlar, bu aÅŸk denen tatlı ve çocuksu oyunu fazla ciddiye alıp bokunu çıkarmışsınız. Buna daha fazla gönlüm el vermez. Bu yalana artık son verme zamanı gelmiÅŸtir.”

 

Bunları söyledikten sonra ok ve yayını yere bırakan Eros, aniden üzerine benzin dökerek kendini ateÅŸe verdi. Tüm aşıklar yavaÅŸ yavaÅŸ uyuÅŸmaya baÅŸladılar. Eros yandıkça aşıkların başı dönüyordu. Sonunda Eros, bir kül yığınına dönüÅŸtü ve aÅŸka dair ne varsa, insanlık tarihinden tamamen silindi.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

PÄ°Ç YAKUP

​

Selim’in telefonu çaldı. “Siktir, ben sana söylemeyi unuttum lan,” dedi ekrana bakar bakmaz. Telefonda Yakup’un ismini gördüm. “Oha lan, yoksa ÅŸu bizim Piç Yakup mu?” dedim. Yakup, liseden sınıf arkadaşımızdı. Aradan dokuz yıl geçmesine raÄŸmen adı geçtikçe kulaklarını çınlattığımız ÅŸerefsizin tekiydi. Aramızda lakabı silinmeyen tek kiÅŸiydi, hakkını da veriyordu. O yüzden isminin başına lakabını koymazsam ona çok büyük haksızlık etmiÅŸ olurum ve tüm samimiyetimle söylemeliyim ki haksızlığı hiç sevmem. Selim de en az benim kadar nefret ederdi bu tipten. DoÄŸrusu telefon rehberinde isminin bulunması dahi beni fazlasıyla ÅŸaşırtmıştı. “Ta kendisi,” diyen Selim’in düÅŸünceli hali dikkatimi çekti.

 

“Ne alaka lan, sen ve Piç Yakup,” dedim, “sen o yavÅŸakla görüÅŸüyor musun yoksa?”

 

Birasından bir yudum aldı,

 

“Yok lan, bugün öÄŸleden sonra beni aradı, sana söylemeyi unuttum. Bizim lise tayfasından birkaç kiÅŸi daha var, toplanıp bir ÅŸeyler yapalım falan demiÅŸti.”

 

“OÄŸlum, sen hiç sevmezdin bu tayfayı, hayırdır? GörüÅŸmeyi düÅŸünüyor musun?”

 

Selim kaÅŸlarını çatarak büyük bir ciddiyete büründü.

 

“Ben son zamanlarda çok deÄŸiÅŸtim Turgut, eskisi gibi deÄŸilim. Kafayı rahatlattım artık, fazla kasmıyorum.”

 

Selim’in “kafayı rahatlatmak” derken kastettiÄŸi ÅŸeyi o anda tam olarak anlamamıştım. Yıllardır tanıdığım, huyunu suyunu, egosunun sınırlarını ve içsel trajedilerini bildiÄŸim adamda bir anda ortaya çıkan bu tuhaf hallerin kökenindeki etkenler, gecenin ilerleyen saatlerinde kendini ele verecekti. Bu gece benim de kendimi daha iyi tanıyacağımı, ruhumun derinlerine gizlenmiÅŸ sırların açığa çıkacağını o sırada tahmin bile edemezdim.

 

“Sen de gel lan, deÄŸiÅŸiklik olur,” dedi.

 

“Yok lan,” dedim, “biralar bitsin, ben inceden yol alırım eve doÄŸru. Hiç çekemem ÅŸimdi o ego yumaklarını.”

 

“Birer tane daha içelim o zaman, muhabbet yarım kaldı,” dedi. “Tamam,” dedim. Saat yediye geliyordu. Yakındaki bir marketten birer kutu bira alıp sahile geçtik. Ne var ki bizim muhabbet çoktan hiç olmuÅŸtu. Zira Selim’in aklında Piç Yakup ve tayfasının “eski günleri hatırlama” adı altındaki ego tatmin ayini vardı. Oraya gitmek için can atan halini görmeliydiniz. Bana çaktırmak istemiyordu ama doÄŸrusu bunu anlamak zor deÄŸildi. Alkolle kıyak olmuÅŸ kafanın da etkisiyle “Ben de geleyim lan, baktım sarmadı, bir bahane bulup tüyerim sonradan,” dedim. Bir yandan Selim’in tepkilerini inceliyordum. O sırada Selim’in telefonu tekrar çaldı, “Sor bakalım, baÅŸka kim varmış,” dedim. Piç Yakup’un söylediÄŸine göre arabayla gelmiÅŸler, ortamda Sinan ve Ömer de varmış. Biralarımızı dikip kalktık, caddenin karşısındaki malum bara geçtik. Tiplere ilk baktığımda hiçbir deÄŸiÅŸiklik göremedim, lisedeki standart hallerini koruyordu her biri. Piç Yakup her zamanki gibi ortamın yıldız oyuncusunu oynuyor, Ömer kendinden bahsederken kasıldıkça kasılıyordu. Sinan’a gelince; kendisi dünyanın en sıradan adamı olma konusunda master yapacak kadar sıradışı bir istikrara sahip. Ama sevimli adam, kabul etmek lazım.

 

Olayların akışına devam etmeden önce sizlere biraz lise yıllarımdan bahsetmek istiyorum. Bendeniz popülerlikten nasibini almamış, aksine son derece silik ve etkisiz bir tiptim. Ne aÄŸzım laf yapardı, ne de piçliÄŸe kafam basardı. Anlayacağınız, neredeyse her ortamda en az bir tane bulunan ÅŸu enayi tiplerdendim. O yıllardan kalma gizli bir aÅŸağılık kompleksimin olduÄŸunu inkar edemem. AÅŸağılık kompleksi, toplumda yanlış bilinen bir kavram. Gerçek anlamına bakarsak toplumsal ilginin ve sosyal hayatın dinamiÄŸi, sahip olduÄŸumuz aÅŸağılık ve üstünlük kompleksleridir. Adler, bunu alt etmenin mümkün olduÄŸunu söylüyor. Elbette bunun için önce kendi komplekslerimizin farkındalığına ulaÅŸmak durumundayız. Bu konuyu ÅŸimdilik erteliyorum.

 

Piç Yakup’la Ömer çok iyi anlaşırdı. Ömer sınıfın taÅŸaklı öÄŸrencilerinden biriydi; tabii ki bu gücü babasının taÅŸaklarından aldığı su götürmez bir gerçekti. Ä°ÅŸin taÅŸak kısmından bahsetmiÅŸken Selim ile Ömer’i ortak paydada birleÅŸtiren faktöre deÄŸinmeden olmaz; bunlar sınıfın en popüler oÄŸlanlarıydı, sınıfın notlarla kafayı bozmuÅŸ gerzeklerini saymazsak tabii. Bu iki adamın konumu önemli, zira hem birbirlerine rakip, hem de birbirlerine bağımlı iki kiÅŸiydi onlar. Rakiptiler, çünkü ikisinde de çoÄŸu lanet liselide olduÄŸu gibi kendini kanıtlama eÄŸilimi vardı. Bağımlıydılar, çünkü biri diÄŸerini tanımlıyordu; biri olmadan öteki çıplak kalıyordu. Ömer’in Piç Yakup’la olan aÅŸkına gelince; o zamanlar taÅŸaklı biri ile gevezelik ve piçlikten baÅŸka bir boka yaramayan birinin nasıl böylesine can ciÄŸer kuzu sarması olduklarını çözemiyordum. Bu noktada bir parantez açıp, psikoloji bilimi denen illetin aynı zamanda büyük bir nimet olduÄŸunu altını çizerek belirtmek istiyorum. Ömer’le Piç Yakup’u birleÅŸtiren ÅŸey, birbirlerinin eksik yanlarını tamamlıyor olmalarıydı. Ömer alıştığı elitist ve hijyenik yaÅŸam tarzından kopup ÅŸehrin en boktan okullarından birine gelmiÅŸti. Bu ortama ayak uydurmak için ona hem av köpeÄŸi, hem de rehberlik hizmeti sunacak fırlama birini kanatları altına almak hiç fena olmazdı. Öte yandan Ömer övülmekten delicesine haz duyan biriydi. Tamam, herkes bundan haz duyar ama Ömer için bu, arkadaÅŸlık kriterlerini belirleyecek kadar önemliydi. Ä°ÅŸte Piç Yakup, tam olarak onun aradığı bir tipti. Ömer ise ona sınıfta “taÅŸaklı oÄŸlanın yanındaki taÅŸaklı görünümlü oÄŸlan” olma ÅŸerefini sunmuÅŸtu; iÅŸte ben iÅŸbirliÄŸi diye buna derim!

 

Piç Yakup, sınıfta kendine küçük fırsatlar yaratıp endüstrisini kurmuÅŸ biriydi. Liseye veda gecesinin dönüÅŸünde evlerimiz birbirine yakın olmasına raÄŸmen, beni arabasıyla evime bırakmak için para isteyecek kadar kansız biri olması, onun yıllar sonra bir pazarlama ÅŸirketinde satış temsilcisi olarak iÅŸ bulmasını temellendiriyor. Yani söz konusu satışsa Piç Yakup’a güvenebilirsiniz. Gerçi ÅŸöyle bir düÅŸünürsek, neredeyse hepimiz kendi eylemlerimizi bir ÅŸekilde birbirimize satmaya çalışmıyor muyuz? Sadece karşılığında almayı hedeflediÄŸimiz ÅŸeyler deÄŸiÅŸiyor. Bu ise çocukluÄŸumuzda eÄŸitim, çevre ve vücudumuzu deÄŸerlendiriÅŸ biçimlerimize göre ÅŸekilleniyor. Her neyse, psikolojiye girmek için henüz çok erken; ÅŸimdi ÅŸu malum geceye dönelim.

 

Masaya ilk oturduÄŸumda tuhaf bir ÅŸekilde ortamdan zevk alacağımı hissettim. Bir sigara yaktım ve masadaki diyaloglara kulak kesildim. Herkes sadece kendinden bahsediyordu ve bunu yaparken o kadar heyecanlı ve coÅŸkuluydular ki sanki yıllardır bu geceyi bekliyor gibiydiler. Bu durum bana çok eÄŸlenceli gelmiÅŸti, sessizliÄŸimi bozmak istemedim. Çünkü o sırada tam olarak ÅŸunu fark ettim: EÄŸer ben bu gece sessizliÄŸimi bozarsam, o an teknik olarak eÄŸlencenin de bozulduÄŸu ve keyiflerin kaçtığı an olacaktı. Tipik bir haz erteleyicinin yapması gereken ÅŸeyi yaptım ve sessizce bu komik adamları izlemeye devam ettim. Bir ara kalkıp çiÅŸimi yapmak için tuvalete gittiÄŸimde aynadan kendimi seyrettim, yüzüm bir ÅŸeylerden rahatsızdı. Tuhaf bir ÅŸekilde oradan uzaklaÅŸmam gerektiÄŸini düÅŸündüm. Neden böyle hissettiÄŸimi bilmiyorum.

 

Masaya döndüÄŸümde bizimkiler yavaÅŸ yavaÅŸ toparlanıyordu. Planın ne olduÄŸunu bilmiyordum. Zaten kimsenin pek umurunda da deÄŸildim. Orada tam anlamıyla görünmez bir ruh gibi yer kaplıyordum. Bunun o gece tam olarak deÄŸerlendiremediÄŸim karmaşık sebepleri var. Hesaplar ödendi ve hepimiz arabaya atladık.

 

“Liseden sonra ne yedim, ne içtim ve nereleri gezdim” muhabbeti burada da devam etti. Bu muhabbetler dokuz yıl önce de dönerdi. Liseden sonra birçok farklı ortamda bulundum, kibirli olmak için çok daha fazla sebebi olan birçok insanla tanıştım ama kendinden bahsederken bunlar kadar büyük zevk alanı görmedim.

 

Sahil kenarında bir yerde durduk, Piç Yakup'la Ömer inip yakındaki bir markete girdiler. Biz de sahile geçtik. Biraz sonra ellerinde birkaç kutu birayla döndüler, bira shot yapacakmışız. Olaylardan bağımsız bir hayalet olduÄŸum hissi, bana uzatılan dolu pet bardağı kafaya diktiÄŸim anda hafifledi. Bunu sevmiÅŸtim. Attığım her shot sonrası, beynim bir ÅŸeylere küfrediyor gibiydi. Hislerimin sık aralıklarla deÄŸiÅŸtiÄŸini fark ettim. Sanırım son iki yıldır hiç bu kadar sarhoÅŸ olmamıştım. Zaten fazla içen biri de deÄŸilimdir, bu gerçekten fazlaydı. Ömer dolduruyor, ben durmadan içiyordum. Piç Yakup'un her seferinde birasının yarısını kimseye çaktırmadan yere dökmesi gözümden kaçmadı. Algılarım açık, hislerimin dışavurumu abartılıydı. Deli gibi gülüyordum, ruhumda lise yıllarıma dair ne varsa hepsini kahkaha olarak dışarı atıyordum sanki. Evet, iÅŸte yavaÅŸ yavaÅŸ bazı ÅŸeyler açığa çıkmaya baÅŸlıyordu.

 

Biraları tükettik, dağılma vakti gelmiÅŸti. Saat on ikiyi geçiyordu. Arabaya atladık, ilk durak Piç Yakup’un eviydi. Bu defa ortam sessizdi. Sinan arabayı kullanırken bir yandan bize bir ÅŸeyler anlatıyordu ama kimsenin onu dinlediÄŸi yoktu. Ara sıra ÅŸiddetini artıran yaÄŸmur boÅŸ caddeyi ıslatıyordu. Bu ortamda bulunmuÅŸ olmak içime tuhaf bir piÅŸmanlık hissi salmaya baÅŸladı. Lise yıllarım gözümün önünde canlanıyordu yavaÅŸ yavaÅŸ. DiÄŸerlerini anlayabiliyordum ama Selim’in gece boyunca Piç Yakup’a karşı oldukça samimi ve sempatik bir role bürünmüÅŸ olması, olayların başındaki ÅŸaÅŸkınlığımı daha da artırmıştı. Bir daha herhangi bir ÅŸekilde bu ortamda bulunmak istemediÄŸimi kendime itiraf ettikten sonra tamamen sebepsiz ve ani bir ÅŸekilde Piç Yakup’a küfretmeye baÅŸladım. Bir yandan kahkahalar atıyor, bir yandan makineli tüfek gibi küfürler yaÄŸdırıyordum. Bu çok anlamsızdı, zira o dakikaya kadar tek bir kiÅŸisel hakarete ya da iÄŸnelemeye maruz kalmamıştım. Ne var ki o gece boyunca herkesin maske taktığının, tüm o konuksever ve sempatik hallerin rol icabı olduÄŸunun farkındaydım. Bu sahte oyuna alkolün tesiriyle bütün gece katlanmış olmak, içimde biriken öfkenin tazyik gücünü yükseltmiÅŸti anlaşılan. Selim dirseÄŸiyle beni durdurmaya çalışıyordu, o vurdukça ben daha da alevlendim. Bu sırada Piç Yakup’un evinin önüne gelmiÅŸtik. Öfkeliydim, bunu iliklerime kadar hissediyordum. Sonra gülünç olduÄŸu kadar düÅŸündürücü bir ÅŸey oldu; Piç Yakup arabadan indikten sonra hızla arkadan dolaşıp diÄŸer taraftan kapıyı açtı ve beni yumruklamaya çalıştı. Selim hemen yanımdaydı, olanları öylece olduÄŸu gibi izliyordu. Bunun öfkemi kusmam için iyi bir fırsat olduÄŸunu düÅŸünerek arabadan hiç inmeden Piç Yakup’a tek bacağımla geliÅŸigüzel tekmeler savurmaya baÅŸladım. Neden arabadan inip iÅŸimi kolaylaÅŸtırmadığıma halen anlam veremiyorum; kim bilir, belki de olayların büyümesinden korkmuÅŸtum. Onun yumruklarından hiçbirini hissetmedim; ya denk getiremedi ya da ben alkolden dolayı algılamıyordum. Tam arabanın hareket etmeye baÅŸladığı anda tekmelerimden biri onun diz kapağını buldu. O andaki yüz ifadesini görmek istedim ama gitgide uzaklaşıyorduk. Avazım çıktığı kadar küfretmeye ve delice gülmeye devam ediyordum.

 

Birkaç dakika sonra sakinleÅŸmiÅŸtim. Selim olanların çok komik olduÄŸunu söylüyordu. Yıllardır onca vakit geçirdiÄŸim, onca ÅŸey paylaÅŸtığım, deÄŸer verdiÄŸim ve güvendiÄŸim adam, hemen yanımda geliÅŸen olayların komik olduÄŸunu söyleyerek kendisini soyutluyor, beni Piç Yakup’la aynı klasmanda ve aynı arenada savaÅŸan sıradan biri yerine koyuyordu. Yorgun hissediyordum. O gece Selim’in evinde kalacaktım. Ömer sessizliÄŸini tam ineceÄŸi sırada bozarak bir ÅŸeyler mırıldandı ama tam anlayamadım. Sıra bize geldiÄŸinde Sinan’dan bu gece olanlardan dolayı özür diledim. Daha önce de anlatmaya çalıştığım gibi onunla herhangi bir sorunum olamazdı. Selim’le beraber indik ve eve gitmeden önce yolu biraz uzatarak muhabbet etmeye baÅŸladık. Takındığı bu umursamaz ve tarafsız tavırdan dolayı kendini kötü hissedeceÄŸini falan düÅŸündüm ilk baÅŸta, aptallık iÅŸte! Kendi tavrı yerine benim tavrımın analizini yaptı sadece. Ses etmedim. Zaten çok uykum vardı, bir an önce uyumak istiyordum. Eve geçtik. Bir köÅŸede sızmak üzereyken aklımdan geçen ÅŸu soruyu halen hatırlıyorum: Sabah uyandığımda bu gece olanlardan dolayı piÅŸmanlık duyacak mıyım?

 

Ne var ki uyandıktan sonra piÅŸmanlıktan eser kalmamıştı. Eve gitmeliydim. Selim benden önce uyanmıştı, yüzümü yıkadım ve beraber dışarı çıktık. Dün gece yaÅŸananların analizi devam ediyordu, tabii yine benim eylemlerim üzerinden. Selim tepkilerimin yanlış olduÄŸunu ifade ediyor, bense ısrarla içimden geleni yaptığımı ve o insanları zerre kadar önemsemediÄŸimi anlatmaya çalışıyordum. Tamamen anlamsız ve amaçsız bir tartışma içine girmiÅŸtik. Öte yandan kafamın saÄŸlıklı düÅŸünecek kadar dinlenmiÅŸ olmadığının da farkındaydım, olayın dizgisini kafamda net olarak tasvir edemiyordum. O ÅŸekilde minibüse atlayıp eve geldim ve ılık bir duÅŸ alıp kendimi yataÄŸa attım.

 

Birkaç saat uyuduktan sonra beyin fonksiyonlarım normal çalışma düzeyine gelmiÅŸti. Selim’e olan kırgınlığım dışında olanlara dair pek bir ÅŸey hissetmiyordum. AkÅŸam olmuÅŸtu, bir ÅŸeyler atıştırıp açlığımı erteledikten sonra oturup en başından itibaren destekli bir ÅŸekilde olanların analizini yapmaya baÅŸladım. Selim’e kızmamın ya da kırılmamın bir anlamı yoktu, dikkatli düÅŸünecek olsaydım onun dün geceki tavrını daha önceden de kestirebilirdim. Ä°lk sorudan baÅŸladım; her sorunun cevabı beni baÅŸka bir soruya götürecek, böylece olayları temellendirerek çözümlemiÅŸ olacaktım. Bir insan, en çok canını yakan ÅŸeyin kaynağıyla ilgilenir. O yüzden benim için ilk soru ÅŸuydu: Selim neden tarafsız ve umursamaz adamı oynadı?

 

Bunun cevabı çok uzaklarda deÄŸildi; zira içindeki o yoÄŸun güç istenci, muhabbetlerimizin birçoÄŸunda kendisini çeÅŸitli ÅŸekillerde gösteriyordu. Selim’de apaçık bir üstünlük kompleksinin var olduÄŸu tartışmaya açılmayacak kadar kesindi. Lise yıllarındaki popülerliÄŸi, liseden sonraki baÅŸarısızlığı yüzünden doÄŸal olarak artık onu tatmin edemez olmuÅŸtu. Selim’in de her insan gibi tamamen kendine özgü baÅŸarı kriterleri vardı ve kendi baÅŸarı kriterlerine adaptasyon saÄŸlayamamış her birey gibi Selim de bunu kendi içinde farklı duygulara dönüÅŸtürmüÅŸtü. Dokuz yıllık süreç boyunca ruhundaki bu yenilgi hissinden dolayı lise tayfasından soyutlanmış, adeta kendi kabuÄŸuna çekilmiÅŸti. Son zamanlarda “kafasının rahatlaması” ise, bu yıl üniversiteyi kazanmış olmasından kaynaklanıyordu. EÄŸer kendi baÅŸarı kriterlerine adaptasyon saÄŸlayamamış olsaydı, muhtemelen Piç Yakup’un telefonuna cevap dahi vermezdi. Ne var ki artık elinde kendi eylemlerini satabilmesi için altın bir bileziÄŸi vardı ve bu fırsatı deÄŸerlendirmek istedi. Egosu ona böyle buyurmuÅŸtu.

 

Olayın ertesi günü muhabbetimizde bana lise yıllarından kalma bir öfkeyi bugüne taşımış olmamın, egomun anormal derecede büyük olmasından ileri geldiÄŸini söylemiÅŸti. Bir insanın egosu karşısındaki insandan daha küçükse, o insanın egosunun ne seviyede olduÄŸunu bilemez. Selim benimle ego karşılaÅŸtırması yapmak için yeterli saÄŸduyuya sahip biri deÄŸildi. Nihayetinde her insan sadece kendi saÄŸduyusunun gerçekleri yansıttığına inanır, bunu zaten benden dört yüz yıl önce Descartes söylemiÅŸti. Asıl üstünde durulması gereken konu, komplekslerimiz ve toplumsal ilgilerimizdi. Askere gittikten sonra keskin hatlarla ÅŸekillenmeye baÅŸlayan sosyal bilincim, çocukluktan kalan zayıf yanlarımı giderip evrim dolayısıyla var olan doÄŸal eÄŸilimlerime yoÄŸunlaÅŸmamı saÄŸladı. Orada ailede şımartılıp okulda ezilen egom harmanlandı ve saÄŸduyu mekanizmam gerçekleÅŸmeye baÅŸladı. Gerek arkadaÅŸlarım, gerekse komutanlarım tarafından sevilen biri oldum; bu da bireysel kusursuzluk istencimi harekete geçirerek hayata karşı ruhumu atak kıldı, benlik saygımı yükseltti.

 

Askerden sonra fabrika hayatı baÅŸladı ve burada egomu terbiye etmeyi öÄŸrendim. Orada bunun dışında; beni ilgilendiren bir olayı komik bulmak yerine, benim “savaÅŸ” saydığım ortamda benimle aynı safta savaÅŸacak kadar yürekli bir dost, bir aÄŸabey edindim. Ä°nsanı üstün kılan özelliklerin temelinde üniversite tahsili yapmak yerine baÅŸka ÅŸeylerin olduÄŸunu üniversiteye gittikten sonra keÅŸfetmeye baÅŸladım. Günümüzde üniversite okumuÅŸ olmak, bir bok olmaktan daha üstün bir meziyet deÄŸildir. Meziyetlerimiz, girdiÄŸimiz ortamların ismimize kazandırdığı sıfatlarla deÄŸil, o ortamlarda ruhumuza kattığımız kiÅŸisel deÄŸerlerle geliÅŸir.

 

Selim kendi saÄŸduyusuyla belirlediÄŸi kiÅŸisel üstünlük ereÄŸine uygun bir davranışta bulunmuÅŸtu. Birkaç yıl sonra nasıl bir insana dönüÅŸeceÄŸinin sinyallerini vermiÅŸti. Benim için herhangi bir deÄŸeri olmayan bu insanlar, Selim için önemliydi; çünkü onların gözündeki saygınlığını devam ettirmek istiyordu. Bu açıdan deÄŸerlendirdiÄŸim zaman onun bu davranışına kötü ya da yanlış diyemem, sadece arkadaÅŸlık anlayışıma ters düÅŸtüÄŸü için “benim açımdan çirkin” diyebilirim. Schopenhauer gözünden bakacak olursak, gelecekte prestij sahibi olacağı kuvvetle muhtemel, zira gücü ve ÅŸöhreti bu denli önemseyen bir insanın bazı durumlarda arkadaÅŸ canlılığını askıya alıp kiÅŸisel menfaatlerine göre karar vermesi kuraldışı sayılmaz. Üstünlük ereÄŸim onunla aynı olsaydı ben de arkadaÅŸlık ve sadakat konusunda onun kadar esnek olabilirdim. Ne var ki benim yaÅŸam tarzımı belirleyen faktörler onunkilerden farklı ve çok daha sancılı bir ÅŸekilde ruhuma kazındı, deÄŸer yargılarımız elbette farklı olacaktı. Onu asla suçlayamam.

 

Benim o gece bu kadar öfkeli olmamın kökeninde sadece lise yıllarım yoktu elbette; daha geriye, çocukluk yıllarıma gitmek gerekir. Bir kısmı genetik olarak mizacıma kazınan, bir kısmını ise psikolojik etkenlere baÄŸlı olarak zamanla kazandığım bu bastırılmış öfkemi bir ÅŸekilde dışarı atmam gerekiyordu, bu da o geceye denk gelmiÅŸti. Piç Yakup, tesadüfen seçilmiÅŸ herhangi biriydi. ÇocukluÄŸuma dair birikmiÅŸ olanları üstümden atmam için bir vesile olmuÅŸtu o gece, o buluÅŸma. EÄŸer bunlar yaÅŸanmasaydı ben kendimi sorunsuz, Selim’i de en sadık arkadaÅŸlarımdan biri sanmaya devam edecektim.

 

Sonuç olarak hepimiz kendi seçimlerimiz ve toplumsal algılarımızla ÅŸekilleniyor, zevklerimizi buna göre belirliyoruz. Nietzsche’nin de belirttiÄŸi gibi; bütün hayat, beÄŸenilerimiz üstüne bir tartışmadır. Kendimize bir yol çizer ve o yolu süsleyerek ilerleriz. Bizi hayvanlardan ayıran en aptalca özelliÄŸimiz budur zaten. Sadece bazılarımız bunu biraz abartır. Kendi ruhsal gerilimleriyle ve zaaflarıyla yüzleÅŸmekten korkanların daha egoist ve hırslı insanlar olması bazı ÅŸeyleri açıklıyor. Benim herkese sempatik görünmek gibi bir kaygım yok; çocukken vardı ve zamanla imha oldu. SevdiÄŸim insanlardan ilgimi, aklımı ve emeÄŸimi asla esirgemem. Tabii bu benim diÄŸer insanları umursamadığım anlamına gelmiyor. Umursamaz olduÄŸunu söyleyenler kocaman birer yalancıdır. Hayatta etkileÅŸim içinde olduÄŸumuz herkesi umursamak durumundayız. Ben sadece bu umursama eyleminin psikolojiyle temellendirilmesi gerektiÄŸini düÅŸünüyorum. Kötü insan yoktur, faydalanmasını bilmediÄŸimiz sıkıcı insanlar vardır. Bazen en boktan ortamlar bile oldukça faydalıdır. Böyle ortamlarda olduÄŸunuz kiÅŸiyi de, olmanız gereken kiÅŸiyi de unutun. Bunu ne kadar iyi yaparsanız o kadar çok ÅŸey öÄŸrenirsiniz. Karakterinizden sıyrılın ve sonuna kadar çirkinleÅŸin. Çünkü bazen çirkinleÅŸmek gerekir; ruhu dengede tutar.

​

​

​

​

​

 

 

 

​

​

​

​

BU BİR HAYAL DEĞİLDİR

​

Anılar arasında dolaşırken küçük bir çocuÄŸa rastladım. Dikkatle bakınca fark ettim ki, o çocuk bendim. Oyuncaklarıyla oynarken kendi kendine konuÅŸuyordu, dublörlük yapıyordu onlara. "Ne ÅŸizofrenik bir çocukmuÅŸum," diyerek bir süre izledim. Gözlerimi kısarak inceledim çocuÄŸu. Evet, bu iÅŸi yapsa yapsa o yapabilirdi.

 

Usulca yaklaşıp saçlarını kavradım. Korkuyla yüzüme baktı. Gülümsedim, "Korkma ufaklık, ben yabancı deÄŸilim" dedim. Rahatlamıştı, hemen inandı bana. Kendisiyle karşı karşıya olduÄŸunu hissetmiÅŸ olmalıydı. Özür dileyerek başını okÅŸadım. Uzatmak istemiyordum, "Fazla vaktini almayacağım" diyerek eline silahı tutuÅŸturdum. Tuhaf bir refleksle sıkı sıkıya kavradı silahı. SoÄŸukkanlılığını koruyordu.

​

"Senden hayallerimi öldürmeni istiyorum," dedim, "Bunu sadece sen yapabilirsin."

 

Alaycı bir yüz ifadesiyle bana baktı. Sonra silaha baktı gülerek. Ani bir ciddiyetle tekrar yüzüme bakarak,

 

"Sen buraya gelmekle hayallerini zaten öldürmüÅŸ oldun," dedi.

 

Şaşırdım, "Nasıl yani?"

 

O anda silahı kafasına dayayıp tetiÄŸi çekti. Patlayan kafatasının içinde bir kağıt parçası iliÅŸti gözüme. Üstünde ÅŸu not yazılıydı:

​

'Bu bir hayal deÄŸildir.'

​

​

bottom of page