Bugün dedemi düşündüm. Hayatta tanıdığım en alçakgönüllü adam. On yıl önce gitti dedem. Durup dururken, ortada hiç sebep yokken gitti. Bana Kore Savaşı'ndaki anılarını anlatacaktı daha. Fıkralarıyla, özlü sözleriyle güldürecekti. Mezar yaptılar ona, sonra da o mezarın içine koydular. Gözlerim şaşkın, gözlerim dalgın. Lise yeni bitmişti, hayatın anlamı üzerine çalışıyordum. Simit satıyordum Beşiktaş İskelesi'nde.
Sonra babam geldi yanıma, önce “Sakin ol,” dedi. Babam bana hiç öyle rasyonel bakmamıştı daha önce. Hava kapalıydı, yağmur yağacak diyordu “anında şipşak foto” diyen adam. Babam bana baktı. Baktı… “Deden öldü,” dedi. Öldü. Dedemin ölmesi. Dedemin yaşamıyor olması. Olmamak. Dedem? Nasıl yani? Anlamadığımı anlamıştı babam. “Deden öldü,” dedi bir daha. Beynimi yumrukluyor gibiydi bu iki kelime. “Yola çıkıyoruz, arabayı teslim edip eve gel,” dedi. “Tamam,” dedim, yarısı boğazımda kaldı lafın.
Arabayı alıp fırına bıraktım. Çarşının o yokuşunu ne ara çıkmıştım, bilmiyorum. Algılamıyordum dünyayı. Fırıncı kızacak gibi oldu, sonra yüzüme bakınca durdu. Bir açıklama yapmam gerektiğini fark ettim. “Dedem öldü benim,” dedim ve çıktım öylece. “Dedem öldü” demek ne kolaydı. Ve içeriği ne kadar anlamsız.
Her zaman gittiği kahveye giderdim küçükken. Mevsim kışsa oralet, yazsa gazoz isterdim. Kahvehaneleri severim, dedemden ötürü. Dedemin olduğu yer, güvenli yerdir çünkü. Şimdi mezarda kendisi mesela, gözlerimle gördüm üstüne toprak attıklarını. O yüzden bence mezarlar da güvenlidir. Yoksa dedem gitmezdi oraya.
Comments