top of page

HİÇBİR ŞEY YAZAMAYAN ADAM

Bu yazı, hiçbir şey yazamayan bir adamın hiçbir şey yazamadığını yazma girişimiyle başladı. Bu, başlangıç itibariyle zekice bir girişim olsa da yazı yazılmaya başlanmadan önce yazarın kafasında “hiçbir şey yazmamak” dışında herhangi bir taslak oluşmadığı için temeli pek de sağlam olmayan bir yazı gibi görünüyor olabilir. Yine de okuyucu hemen umutsuzluğa kapılmasın. Bu yazı, yazarı ulaşılmaz bir özne olmaktan çıkarıp okuyucunun önünde eli kolu bağlı bir nesne haline getirebilecek kadar cüretkâr bir yazı.

Standart bir yazıya dair standart beklentilerin hemen hepsi, yazının kendisini özgürlükten alıkoyarak belli kalıplara hapseden ve okuyucunun zihnini peşin hükümlere bağımlı kılan standart bir algı formuna sokuyor. Oysa bu yazıda okuyucu ile yazar arasındaki o soğuk ve kalın duvar yok. Bu yazı, rahatsız edici düzeyde özgür bir yazı formunda hazırlandı. Okuyucunun bundan şüphesi olmasın.

Aslında şüphesiz okuyucu olmaz. Daha doğrusu, eğer bir okuyucu yazıya dair kafasındaki tüm şüphelerden arınırsa o bir okuyucu değildir; yazıya dahil olmuştur, yazının bir parçasıdır artık. Peki bu yazının okuyucusu, bu yazının özgürlük formuna ayak uydurabilecek kadar özgür mü? İşte bunu yazar dışında bilen yok, çünkü dolaylı olarak da olsa okuyucunun zihnini yazar kontrol ediyor. Şunun altını çizmek gerekir ki burada bahsi geçen “yazar” imgesi yazının içinde tanrısallaştırılmıyor. Hatta yazar bir karakter bile sayılmaz. Öte yandan okuyucunun yazarı, yazarın da okuyucuyu tanımladığı bir yazı bu aynı zamanda. Okuyucu ile yazar arasına herhangi bir üçüncü karakter girmesi anlamsız olduğu gibi, aynı zamanda yapısal olarak da olanaksızdır.

Hiçbir şey yazamayan adamı ele almak gerekirse –ki yazar açısından bu hiç de eğlenceli bir iş değildir- okuyucunun kafasında canlanması muhtemel olan ilk soru şu olacaktır: Hiçbir şey yazamayan bir adam, bu yazıyı nasıl yazmış olabilir? Şimdi bu noktada ufak bir ayrıntıya değinmek gerek. Bu yazı dahilinde, yazıyı yazan kişinin “hiçbir şey yazamayan adam” olup olmadığı hakkında gerçek bir bilgi yok. Öte yandan bu adam, daha önce yazabiliyordu; sonradan hiçbir şey yazamaz hale geldi. Okuyucunun oyalanması gereken ilk şey bir soruya cevap aramak değil, bu yazının içinde gizlenmiş bir cevabın sorusunu bulmak olabilir. Bu yazının bir “yazı” olduğundan bile emin olmamak gerekir. Çünkü okuyucuyu “okuyucu” yapan şey, kafasının içindeki şüphelerdir ve eğer şüphelerini yönetmeyi beceremezse, yazının içinde şuursuz bir karaktere dönüşme tehlikesiyle karşı karşıyadır. Herhangi bir yazıya dahil olmuş hiçbir karakter, yazının içinde olduğunu algılayamaz. O yüzden yazının dışında bir okuyucu olmak bir ayrıcalık sayılır. Bu yazıyı okuyabilmek, bu yazının içinde olmamayı gerektirir. Bu yazının içinde olmamak ise yazıyı okuyabilmenin ilk şartıdır.

Peki yazının içinde olmayan bir okuyucu olarak yazının niteliği hakkında ne kadar güvenilir bir bilgiye ulaşılabilir? Yazının dışındaki bir karakter, yazının içeriği konusundaki fikirlerinden nasıl emin olabilir? Bu çok can sıkıcı bir durum. Bu işin içinden çıkmak için en geçerli çözüm, okuyucunun yazıya dahil olması gibi görünüyor. Yine de aceleci olmamakta fayda var.

Şöyle bir baktığımızda, aslında “okuyucu” kavramının kendisi zaten bir dahil olma eylemi içermiyor. Her kavram, kendi eylemini içinde barındırdığı sürece tutarlıdır. Okuyucu, yazının dışındaki yerini bildiği sürece yazıyı anlamakta ve yazının içindeki gizli cevabın sorusunu bulmakta zorlanmayacaktır. Dikkat edilmesi gereken nokta, yukarıda da belirtildiği gibi, okuyucunun yazı içinde kendisini kaybedip şuursuz bir karaktere dönüşmemesidir. Şu ana kadar yazılanları Fichte okumuş olsaydı, büyük olasılıkla Kant için söylediklerine benzer bir ifadeyi buradaki yazar için de kullanır ve şöyle derdi: “Ne yapamayacağımızı söylemekten başka hiçbir şey söylemiyorsun!” Pek de haksız sayılmazdı doğrusu. Ancak hiçbir şey yazamayan adamın neden yazamadığı konusuna gelirsek, aslında bu yazının bir sitem yazısı olduğu söylenebilir. Bu adamı yazı yazmaktan alıkoyan birtakım sebepler vardır ve bu sebeplerin incelenmesi, okuyucunun yazarı tanımlamasına belki yardımcı olabilir. Şu durumda “Yazar kimdir?” sorusundan önce “Yazar neden yazamıyor?” sorusu daha cazip görünüyor.

Bu adamın hiçbir şey yazamamasının ilk sebebi, insanların okuduğu her şeye ön yargıyla yaklaşmasıydı. Buradaki “ön yargıyla yaklaşmak” eylemi ile “şüpheyle yaklaşmak” eylemini birbirine karıştırmamak gerek; bunlar neredeyse zıt anlamlıdır. Şüpheyle yaklaşmak, bazı özel durumlarda ön yargı da içerir. Ön yargılı yaklaşmak ise, bir anlamda şüpheyi en aza indirmektir. Şüphe, olasılıklara özgürce bakabilme olanağı sağlar; ön yargı böyle değildir. Ön yargı kişiyi özgürce düşünmekten alıkoyarak onun olasılıkları görme gücünü sınırlandırır. Burada önerilen yaklaşım türü elbette şüpheyle yaklaşmak olacaktır ve bu şüphe, ön yargılardan tamamen arınmış olmalıdır. Hiçbir şey yazamayan adamın şüpheci okuyucudan yana sıkıntısı yok; onu rahatsız eden, ön yargılı okuyucudur.

Bu adam daha önce yazabilen biriydi ve bu yazma yetisini aniden kaybetti. Çünkü insanlar ona “küstah” dediler, “kendini bilmiyorsun” dediler. Kendini bilmek, susmayı bilmekten geçiyordu onlara göre. Konuşan ve yazan insana karşı tahammülün sınırları vardı ve bu sınırlar, hiçbir şey yazamayan adamı rahatsız ediyordu. Sonra aniden bıraktı kalemi elinden. Yazamaz oldu. Bu yazamayış, kesinlikle bir başkaldırı değildi. Yazmak istemiyordu sadece, içinden gelmiyordu. O güne kadar yazdıklarından da tiksinmeye başladı. Sonra bu, amansız ve derin bir nefrete dönüştü. Bu nefretin kökenindeki şey insan mı, yoksa yazı mıydı; bunu araştırmak gerek. Bunun için önce “yazı” ve “insan” arasında bir bağıntı kurmak işe yarayabilir.

Yukarıda okuyucuya bunun bir yazı olduğundan bile emin olmamak gerektiği söylenmişti. Bir yazarın kendi metni içinde “Bu bir yazı değildir” demesi oldukça iddialı olacaktır. Bunun bir yazı olduğuna dair elle tutulur tek kanıt insandır. Bu noktada “İnsan her şeyin ölçüsüdür” diyen Protagoras’ı anmakta fayda var. İşte bu yazının ölçüsü de okuyucudan başkası değil. Bu yazıyı “yazı” yapan ilk şey, bir okuma eyleminin olmasıdır. Eğer ortada herhangi bir okuyucu olmazsa, bunun bir yazı olduğu nasıl söylenebilir? Zaten yazının başlarında okuyucu ile yazarın birbirini tanımlayan iki öğe olduğundan bahsedilmişti. Okuyucuyu niteleyen şey şüphe ise, bu şüphe yazıyı ve dolayısıyla yazarı da niteliyor demektir. O zaman okuyucunun bu yazıyı okurken kafasında oluşan olası şüphelerin üzerinde durmakta fayda var.

Mesela okuyucu kandırıldığını düşünüyor olabilir. Kafasında bu yazının “okuyucuyu yazıya dahil etme planı” olduğuna dair bir paranoya yaratabilir. Bu tarz masum şüpheler okuma eylemini kirletmez. Ancak bunların dışında bir de okuyucunun eleştirel bakış açısı vardır ki bu oldukça önemlidir. İnsanların okuduğu her şeyi eleştirme ve her konuda bir fikir sahibi olma eğilimi yüzünden aslında birçok yazı gerçek anlamda okunmuyor. Bu da o talihsiz yazılardan biri olabilir.

Şimdi birbirini belirsizliğin karanlık girdabına sürükleyen bir yazar ile bir okuyucu var ortada. Okuyucunun varlığı tehlikede ve ne yazık ki okuyucu henüz bunun farkında değil. Etkin bir müdahale gerekiyor. Bu durumda okuyucunun kontrolünü yazar üstlenmek zorunda. Bu hem okuyucunun varlığı, hem de yazının anlamı bakımından önemli. Çünkü gerçek şu ki okuyucu bu yazının kahramanı olmayı hak etmiyor. Zaten bir kahramana da ihtiyaç yok. Bu yazıdaki okuma eylemini yürütmesi bakımından “hareket” halindeki asıl öğe okuyucu olsa da hareket halindeki okuyucuyu hareket ettiren bir güç var ortada ve bu güç, yazardan başkası değil. Evet, yazı sonunda kendi içinde adil bir yargılama sürecine girdi. Taşlar yavaş yavaş yerine oturmaya başlıyor. En başta okuyucuya bunun özgür bir yazı olduğuna dair teminat verilmişti. Özgür bir yazı, kendi içinde adaleti sağlamak zorundadır.

Kalemi elinden bırakmış, yazmaktan nefret eden bir yazardan bahsediliyor. Bu yazının tamamına yayılmış edilgen yapı, üslubu da edilgen hale getirdi. Yazar, okuyucuya hükmeden bir özne değil, sadece yazıyı okuyucuya yansıtan bir aracı, bir nesne. Hiçbir şey yazamayan adamın kimliği, kendi içinde yazıya teslim olmuş durumda. Artık okuyucu, hiçbir şey yazamayan adamın kimliğinden daha önemli bir belirsizliğin farkında olmalı: Kendi kimliği. Zaten genel anlamda bir insan herhangi bir şeyi sorgularken aslında kendini sorgulamış olur. Eğer kendi benliğinden tamamen sıyrılarak sorgulamayı başarırsa, o zaman sorguladığı şeyin bir parçası olur. Şu durumda okuyucunun yazıya dahil olup şuurunu kaybetmesinde bir sakınca yok. Okuyucu kendi hijyenik dünyasından çıkıp, yazının çamuruna, pisliğine bulaşmalı. Okumak, farkındalık yaratan bir eylem değil. Okumak, okuyucuyu okuyucu olmanın ötesindeki gerçeklikten alıkoyan bir duvar. O zaman yolculuk başlıyor.

***

“Artık yazmaktan eskisi gibi keyif almadığımı fark ettim. Bunun birçok sebebi olabilir, tam anlamıyla açıklaması zor. Aslında açıklamayı tercih etmiyorum dersem daha doğru olur. Sanırım kendi eylemlerimi açıklamakta yeterince iyi değilim. Eğer yeterince iyi olsaydım yanlış anlaşılmazdım. Yetenek, toplumun belirlediği bir kavramdır. Hiç kimsenin hoşuna gitmeyen şeye rahatlıkla ‘çirkin’ diyoruz, hiç kimsenin anlamadığı şey de ‘anlamsız’ oluyor bu durumda. Çok insanca. Aslında takıldığım konular bunlar değildi, insanların ürettiği kavramlar insani kavramlar olmanın ötesine geçemiyor. Oysa ki insani olan her şey doğal değildir.”

“Uzunca bir zaman insani olan şeyler üzerine yazılar yazdım, göreceli konular işte, bilirsiniz. Yazılarımın konusu daha çok ego, toplum, ilişkiler ve ahlak üzerineydi. Sonrasında insanların yazılarımla ilgili yorumlarında beni rahatsız eden ama henüz açıklayamadığım bir şeyler sezinlemeye başladım. Bir insanı anlamaya çalışırken öncelikle o insanın verdiği tepkinin sebepleriyle ilgilenirim. Bir insanın herhangi bir konuda yorum yapma arzusunun altındaki ego önemlidir. Aslında yine elimde olmadan yargıda bulunmuş olacağım, bunun farkındayım ama bundan rahatsız değilim. Çünkü buradaki yargı temel olarak insanların her konuda yargıda bulunma arzusunun zararlı olduğu yönünde. Ayrıca burada özgürüm, çünkü bu yazının yazarı ben değilim.”

(Bu yazının devam edip etmeyeceği belirsizdir.)

İlgili Yazılar

Hepsini Gör

METİN YAZARLIĞI SAYGINLIĞINI KAYBEDİYOR

Reklam sektöründe kelimelerin ne kadar güçlü bir potansiyel taşıdığını yadsıyamayız. Yazılı araçlarla sunulmak istenen bir hizmeti, satılmak istenen bir ürünü veya yaratıcı bir fikri etkili bir şekild

ÜST İNSANIN ÖFKESİ VE SAHTE DÜŞÜNCE PİYASASI

“Beğeni ve beğenme tartışılmaz mı diyorsunuz? Oysa bütün hayat beğeni ve beğenme üzerine bir tartışmadır.” - Friedrich Nietzsche ​ Üst-insanın öfkesini anlamak ötekiler için her zaman güç olmuştur. Ç

ACİZLİĞİYLE ÖVÜNEN İNSAN

Felsefe tarihi boyunca insan doğasına ilişkin sabit bir tanım getirmek, filozoflar için vazgeçilmez bir uğraş olmuştur. Standart felsefe lisans eğitimim süresince “insan nedir?” sorusuyla fazlaca muh

bottom of page