Ben kimseye hayat dersi vermedim. Kendime bile. Çünkü işlerin öyle yürümediğini çocukluğumdan beri apaçık biliyordum. Siz yürüyen merdivenler dolusu ciddiyet kurguladınız. Hepsi insansı, gergin ve azgındılar. Sadece izledim. Hayatsız sevgiler de olur dediniz, gürültü çıkarıp böbürlendiniz. Ben ses etmedim, o işler öyle olmuyor demedim. Maneviyatı da yüce kudreti de biz biliriz dediniz, bizim ruhumuz su gibi tertemiz dediniz. O vakit ben kirletmeyeyim dedim, mücerret yaşam formunuza ilişmedim.
Ben size sustukça sizsizliğe susadım zamanla. Sizli hayat, sisli ve bayat gelir oldu gözüme. Manevralarınızın hep aynı döngüde, hep aynı noktayı işaret ettiğini bilmeyişinize, bilmek istemeyişinize hayret ettim. Etli, kanlı ve kemikli egolar kurgulayarak hayatsız bir tekerrürde aklınızı kırbaçlayıp durdunuz. Ne kadar hasta olduğunuzu göremeyecek kadar kararmış ve kızarmış gözlerinizle birbirinize fazla yakın, kendinize fazla uzaksınız. Yaşlandıkça teselli mekanizmanız çöküyor. Kımıldadıkça ufalanıyorsunuz.
Size bu kadar acımak zorunda değildim. Türümün kendi kendini tuzağa düşürmesine, yıkaması gereken ruhu yıkmasına ve gitgide erimesine şahit olmak zorunda değildim. Kendinize ettiğiniz kronik işkenceyi üzülerek seyretmek zorunda değildim. Felsefelerle çıkış yolu aramasaydınız kurtulabilirdiniz. Gerçekliği aramasaydınız gerçek olabilirdiniz. Aradığınız her şeyin içinde kayboldunuz ve bulduğunuza inanarak bilgiye sırt çevirdiniz. Yaşınızdan büyük yaşamak adına benliğinizi daralttınız, özünüzü kararttınız, siz olmayanlara durmadan sizlik öğütler vermekle meşgul oldunuz. Ama sonunda kendi hayat dersinizden kaldınız.
Sabırsızlık, öfke ve cehalet: İşte sizin ruh dediğiniz bunlardan başka bir şey değil. Enfeksiyon kapmış tesellilerle öfkenizi bilinçaltına saklıyor, bunun da adına maneviyat diyorsunuz. Bütün olayınız bu.
Comments